16 Ocak 2013 Çarşamba

Uyuni'den La Paz'a, oradan Copacabana'ya tüm Bolivya..

Gelelim Uyuni'den La Paz'a olan yolculuğa...

Tur bizi saat 14.00'te Uyuni merkezinde indirdi. La Paz bileti soruşturuyoruz, ilginç kişiler, güven vermeyen şirketler... derken terminalde bizim turdaki Avusturulyalı ve Şilili çifte rastladık. Onlar da La Paz'a gidiyormuş "En iyi şirket "Todo Tourism", biz ondan bilet alacağız, biraz pahalı ama güvenilir şirketmiş. İsterseniz gelin bizimle, eğlenelim, coşalım" dediler. Biz de "iyi" dedik, gittik, 460 Şili Pesosuna 2 kişilik bileti aldık. Otobüs neredeyse dolu ama en ön biletler boş. Çok sevindik, hemen en öndeki 2 bileti aldık, bi terslik var belli ama sevinçliyiz. Bu arada ofiste oturma yerleri var, banyo temiz, çay-kahve yapabiliyorsun. Gerçekten güzel şirketmiş dedik, halbuki offf!!!
Neyse, şehirde dolaştık, küçücük yer zaten. Meydandaki bi restoranda yemek yedik, lezzetliydi. Sular akmıyor, genelde olurmuş, tüm tuvaletlerde yazıyor. Üstümüz başımız tuz, Uyuni'de fotoğraf çekerken Tuz Gölü'ne yatmışız. Su yok, sabun yok?! -Sabun gerçekten Bolivya'nın hiçbir yerinde yok bu arada- Bi şekilde temizlendik, meydanda oturduk. Otobüs 20.00'de kalkacak, onu bekliyoruz. Meydan Birleşmiş Milletler gibi. Her ülkeden insan çantasıyla oturmuş, otobüsünü bekliyor. Yerel halktan çok az insan gördüm meydanda. Gruplar halinde bir sürü insan. Bi şekilde zaman geçti, ofise tekrar gittik. Ofisin içi turist dolu. Yine Bolivyalı çok az insan. Bindik en öne, güzel, rahat. En ön niye ilk önce seçilmedi, hala anlamıyoruz.
Otobüs kalkmadan yemek dağıtıldı, soslu makarna. Çok ilginç, çünkü hep otobüs kalktıktan sonra yemek dağıtılır. Şaşıra şaşıra yedik. Yemekler bitti, muavin çöpleri topladı ve otobüs kalktı. Şehrin sokakları dar, şoför bi ilginç kullandı da "Dar sokak ondan herhalde" dememize kalmadan tangur tungur gitmeye başladık.
Daha fazla uzatmayayım, şoför manyak çıktı. Bildiğin zırıl manyak. Yollar toprak, cidden taş toprak, fena. Bizim şoför de gaza basabildiği kadar basıyor, sen asfalt yolda öyle gitmezsin, o derece basıyor. Keskin virajlarda fren yerine gaza basıyor, bi kaç kez "Otobüs kesin devriliyor" diye Emrah'la birbirimize baktık. Adam yoldaki bütün otobüsleri solluyor, hem de 2 dakika aralıksız kornaya basarak "Çekil lan, senin yüzünden 60'la gidiyorum" manasında.
Tur şirketini tavsiye eden Şilili kız çok tedirgin oldu, bi kaç kez şoförle bizi ayıran cam bölmeye yumruk atıp kavga etti. Koreli bi adamın kafasına çanta düştü -virajda nasıl döndüğünü varın siz düşünün- o da geldi, bağırdı, çağırdı. Bi kere bi otobüsle çarpışmaya 40 cm kalmışken -ölçebildim, çünkü diğer otobüs benim tarafımda 40 cm uzaktaydı- son anda kurtulduk. Dere üzerindeki köprü kapanmış, karşıya geçmemiz gerekiyor, ne kadar derin olduğunu anlamak için muavin dereye girdi "İyiymiş, geçelim" dedi, öyle geçtik falan... Bi ara bi otobüsün arkasında gitmek zorunda kaldık -nasıl olduysa, şoför karşıdan gelen araç olsa bile sollayan bi tipti- neyse bi 5 dk öyle gittik, o kadar rahat bi 5 dakikaydı ki.. Diğer şoförler gayet iyi gidiyormuş, onu anladık. Bizimki dayanamayıp aralıksız 5 dakika kornaya bastı ve bi şekilde solladı tabi ki de.. Kabus devam etti yine.
Bolivya'nın yollarının kötü olduğunu duyduk, Bolivya'yı gezenler "Haaa bizim yolculuk da böyleydi, tangur tungur" demesin -tabi ki benzer şoförler vardır, hatta belki aynı şofördür, onu bilemem- ama bu deli şoför diğerlerinden farklıydı. Biliyorum, çünkü hepsini sollarken karşılaştırabiliyorsun. Aynı turdaki Şilili kızın 5. kez Bolivya'ya gelişiymiş ve ilk defa böyle kullanan bi şoför gördüğünü söyledi. Hem 2 katı para verdik hem ilk 6 saat gerçekten öyle böyle bi 6 saat değildi.
Ayh çok uzattım ama anlatmalıyım. Bi ara şoför şikayetlere dayanamayıp aradaki perdeyi kaldırdı -bütün Güney Amerika otobüslerinde şoförle aranda cam bölme ve perde var- ve bize yolun kötü olduğunu göstermek için bi eliyle perdeyi açtı, bi eliyle direksiyonu kontrol etti ve kafasını bize çevirerek arabayı sürmeye başladı. Daha çok korktuk -önüne bakmamasının dışında- meğer adam önünü hiç görmüyormuş tozdan!! Tamam, topraktan göremediği için solluyor herkesi de, arkadaşım, biraz yavaşla, uygun zamanda uygun hızla falan solla diğer şoförler gibi...
Neyse, otobüsün arkası daha rahattı, en önde bütün gerginliği hissediyormuşsun, yemeği de tangur tungur yiyemeyeceğin için önceden dağıtmışlar. Bunları da anlamış olduk.
Bolivya Uyuni Tuz Gölü ile muhteşem ötesi başladı, sonra çılgın yolları ve gerilimli şoförleri ile "Nereye geldim ben, burası neresi, rüyada mıyım ben" dedirtti.
Asfalta çıktık, şoför değişti, rahatladık. Çok yorgunluğun üstüne sonunda uyuyabildik, La Paz'a sabah 06.00 civarı vardık, 10 saatlik yolculuğu kazasız belasız bi şekilde atlattık.

Hostele vardık, San Francisco Kilisesi'nin 2 sokak arkası, cadı pazarının olduğu sokak. Hostelin yeri şahane, oda büyük, banyo geniş-temiz. Kahvaltımızı ettik, uyuduk, rahatladık, kendimize geldik.
Burada yağmurun olmadığı tek bi gün bile görmedik. Bu aralar yağmur sezonuymuş. Bayaa da bi soğuk.
Bulutlu, birazdan yağcak kesin :)
La Paz ilginç yer. Sürekli bi curcuna, karışıklık, kalabalık, her yer pazar yeri -şehirde sürekli pazar var-. Charlie Chaplin şapkalı, çok pileli, arkasında bohçaları -bohçanın içinde bazen çocuk, bazen eşya- genelde topluca kızlar-teyzeler tezgahlarda süper marketten bulacağın her şeyi satıyorlar. Bakkal çok az. Teyzemden bütün alışverişini yapıp -sigara, şampuan, diş macunu, yiyecek, aklına ne geliyorsa- odana dönüyorsun.
Herkes tavuk yiyor, o derece ki ülkenin başbakanı Evo Morales çıkıp "Çok tavuk yemeyin, çok tavuk yerseniz eşcinsel olursunuz" demiş. Güney Amerika'da eşcinseller güçlü olduğu için çok eleştiri almış ve sonra herkesten özür dileyerek bunun doğru olmadığını açıklamak zorunda kalmış :) Bu bilgi Mahir'den, Bolivya'da 2,5 sene geçiren Mahir'e sevgilerle... :)
Yemekler güzel ve ucuz bu arada, porsiyonlar da çok büyük. Emrah'la en küçük porsiyonları olan orta büyüklükte birer çorba, birer sulu et yemeği zannettiğimiz -kebaba benzeyen bi yemek çıktı, şahaneydi- yemeği söyledik. En küçük porsiyon çorbayı içtiğimizde ikimiz de çılgınlar gibi doymuştuk, et yemeği kaldı. Tatlıları da ayrı bi güzeldi. "Yakında gurme bloğuna dönüşcek bu blog ayol" dediğinizi duyar gibiyim, ama nereden tatlı ya da yemek alırsak alalım, hepsi şahane çıktı. Limonatasını mı anlatayım, çorbasını mı, limonlu bi pastası var, öfff :)
Şehir deniz seviyesinden 3,640 m yükseklikte bulunuyor. Dünyanın en yüksek başkenti. Yürümek zor, oksijen az. Normalde 100 basamakta nefes nefese kalacağın yerde burada 5 basamakta kalıyorsun -abartmıyorum-. Alışma süreci zor. Yavaş hareket etmelisin. Sigara, alkol tüketmemelisin. Alkol demişken yine Mahir'den ve San Pedro'dan aldığımız bilgilere göre Bolivya'nın insanının çok içki içtiğini öğrenmiştik. Keza, yolda teyzelerin fıçı bira sattığını da gördük yani, görmedik değil :)

Bi ara temiz giysimizin kalmadığını ve La Paz'ın diğer şehirlere göre ucuz bi şehir olduğunu anladığımızda "Hadi gel, pazara çıkalım, giyecek bişiler alalım" dedik, şehrin yokuşlarını çıkmaya başladık -oksijen yok demiştim, hatırlayınız-. Neyse, her gün kurulan pazara gittik, üst baş bakıyoruz. Ucuz şehir zaten, ucuza bişi alayım dedim, tayt soruyorum. Türkiye'de pazarda 5-10 TL'ye alabileceğin dandirik tayt arıyorum, burada da alırım dedim. Alamıyormuşum. Taytlar 25-30 TL'den başlıyor, merkeze doğru daha da pahalılaşıyor. 1-1,5 saat dolaştık, vazgeçmek üzereyken tezgahta bi amcamda buldum da aldım. Burada pantolon giymek pahalıymış, bunu da öğrendik.
Hostel cadı pazarının olduğu sokakta konumlu, sokak sürekli tütsü kokuyor, turist doluyor. Yan yana yine bir sürü teyzem tükkanda oturuyor, kurutulmuş lama, kurbağa ölüsü, bişiler satıyor. Bu arada belirteyim, kurutulmuş lamalar düşük yapan lamalardan toplanıyormuş, gaddarlık yok. Bu lamalar da yeni ev alan kişilere hediye ediliyormuş, bu insanlar da bu lamaları evinin altındaki toprağa gömüyormuş, bu da uğur-bereket getiriyormuş.
Öğrendiğimiz kadarıyla Bolivya'da maden işçiliği yoğunmuş. Erkekleri maden işçisi-şoför-berber, kadınları ise her türlü işçisi. Hostelin önündeki yola toprak döşeyen işçi kadın, sokakta-pazarda-dükkanda çalışan kadın, belediye işçisi olarak sokağı temizleyen-duvardaki yazıları-şunları-bunları temizleyen kadın, hostelde-restorantta çalışan kadın, minibüsteki muavin kadın... Bilmeden, iyice araştırmadan yazıyor gibi hissettim kendimi de gördüklerimiz-duyduklarımız bunlardı en azından. Küçücük çocukları da sırtlarında. Çocukların bi kere bile ağladığını da görmedim bu arada, annesinin arkasında öyle bakıyor etrafa, mis :)
Çok yazdım, daha da yazılır bu arada, diğer ülkelere kıyasla şaşırttı ilk günler, sonra alıştık her zamanki gibi. İlginç şehir, her şeyiyle.
Dedik ki, bu kadar gelmişiz, Tiwanaku'yu görmeden olmaz, ayıp. Turla da gidilebileceğini, dolmuşla da gidilebileceğini öğrendik. Tur fiyatlarını sorduk sabah 08.00'den akşam 17.00'ye kadar gezdiriyor, 60 Şili Pesosu tur parası, 80 Şili Pesosu giriş, toplam 140 Şili Pesosu ve 9 saat.. Minibüsle de Cementerio'ya çıkıyorsun 3 Şili Pesosuna, oradan da Tiwanaku dolmuşuna biniyorsun gidiş-dönüş 25 Şili Pesosuna, giriş 80 Şili Pesosu toplam 108 Peso, ayrıca istediğini gibi gez, dolaş. Dolayısıyla minibüsle gitmeye, kendi turumuzu yapmaya karar verdik. Cementerio dolmuşuna bindik ve 10 dk. sonra indik. Trafik pazar yüzünden fena, ayrıca yokuş yukarı, tıngır mıngır gittik. Bi de baktık ki ne kadar da ilginç Cementerio, içeriye girmeden edemedik. Etik değil, ayıp, mezarlık bunlar, evet, ama şehri gezerken de görmek-anlamak lazım di mi? Girdik, üst üste mezarlıklar -kül olarak saklıyorlar tabi ki de-, mezarlıkların  arkasında da üst üste bina manzarası... -Emrah'ın fotoğraflara bakınız- 3-4 katlı bina haline gelmiş, merdiveni-balkonu olan mezarlıklar. Hepsinin önünde de o kişiye ait hatıralar, fotoğraflar, çiçek,1 bardak su, kola, fanta, içki, oyuncak... Neyse, utana sıkıla gezdik, görmüş olduk.
Tiwanaku dolmuşuna bindik. 1,5 saatte de varmış olduk. Buradaki halk; otobüs, minibüs, vapur.. dayanamıyor, hemmmen uyuyor. Dönüş minibüsünde yaklaşık 15 kişi vardı, minibüs kalktıktan 5 dk sonra herkesten horultular duymaya başladık :) Dayanamayıp sen de katılıyorsun, mecbur, her yer uyku kokuyo :)
Tiwanaku'ya gittiğimizde hava bozuktu, yağmur atıştırmaya başladı, soğuk da esiyor. Elektrik kesilmiş, müzelere girilmiyor. 1 saatte gezdik, dolaştık kısacası. İnka medeniyetinin tapınaklarının bulunduğu, UNESCO Miras Listesi'ne girmiş tarihi yer. Tapınaklar, heykeller, kabartmalar, piramitler.. Soğuk ve yağmura dayanabildiğimiz kadar gezmeye çalıştık.
Kara şövalyem İnkaların elinden beni kurtarmaya geliyooo..
Meşhur Güneş Kapısı ve Emrah
Daha sonra La Paz minibüsüne binip geri döndük. Minibüsle dönerken de şehir manzarasını görebildik. Dağın üstüne arka arkaya kurulu, tüm evlerin boyasının-sıvasının olmadığı, turuncu bi manzara... (Bkz. aşağıda Emrah'ın fotoğrafları)
La Paz'daki gezimizi de gönül rahatlığıyla tamamladık ve Copacabana otobüsü aramaya başladık. İnternetten 2006 yılında yaşanmış olan bi olay beni korkuttu. Tur otobüsüne binmeyip beyaz küçük minibüslerle Copacabana'dan La Paz'a gelmeye çalışan 2 kişinin başına gelenler fena... Kaçırılmışlar, başlarına tabanca dayanmış. Hırsızlar eşyalarını, kredi kartlarını, şifrelerini öğrenip gecenin köründe bırakıp gitmişler. Dedik ki, noolur nolmaz, biz tur otobüsü ile gidelim arkadaş. Kişi başı 35 Bolivianos, 4 saatlik yolculuk için otobüs biletimizi aldık. Sabah hostellerden insan toplaya toplaya gittik. Bi ara inip küçük motorlara bindik ve gölün karşı kıyısına geçtik. Güzelce Copacabana'ya vardık.


La Paz'daki karışıklık, curcunaya burada rastlamıyorsun. Sakin, keyifli, Titikaka Gölü kenarında kurulmuş, şirin bi yer. Güneş Adası ve Ay Adası'nı görmemek ayıp olur. Hatta görmemek değil de kalmamak ayıp olur demeliyim sanırım, göl kenarında oturduğunda turist kafilesinin Güneş Adası motorlarına çantalarıyla bindiğini gördüğünde baya bi kişinin Güneş Adası'nda kaldığını idrak ediyorsun.
Ancak Machu Picchu sıkıntımız olduğu için hızla Cusco'ya geçesimiz var. Bu yüzden 1 günlük tur ile bu adaları görüp ertesi gün Puno'ya geçmeye karar verdik. 8.30'dan 17.00'ye kadar 2 adaya da götüren motor için kişi başı 40 Bolivianos verdik, yemek yiyip hostelimize dinlenmeye gittik. Ertesi gün motora binip ilk önce Ay Adası'na sonra Güneş Adası'nı da güzelce gezdik. Motor o kadar yavaş gidiyor ki... 2,5 saatte Ay Adası'na, 2 saatte de Güneş Adası'ndan Copacabana'ya tın tın vardık. İnka kalıntılarını, yeşilliği, maviyi gördük, içimiz açıldı.

Yukarıda gördükleriniz Ay Adası, aşağıda görecekleriniz ise Güneş Adası :)
Merdivenin başı ve sonu. Çıkınca mutluluk, başarı, güven hisleri ile doluyorsun. Bkz. Emrah :)
Bu lamanın fotoğrafını çektikten sonra sahibi kişi başı 2 Bolivianos istedi. Biz de 2 kişi 2 Bolivianos'a anlaştık :) Seksi lama. 
Ertesi gün de sabah 09.00'da kalkacak otobüse kişi başı 40 Bolivianos verip Puno için yerimizi aldık. Peru'ya geçip Machu Picchu'yu görmenin vakti geldi artık.
Devamı Peru yazısında olacak efenim.
Aşağıda Emrah'ın her zamanki gibi fantastik-bombastik fotoğraflarına bakınız. Bi de kendinize iyi bakınız :)

4 yorum:

  1. Emrah, bana fiyakalı bir panço getir. Jeriko'nun kine benzesin ama

    YanıtlaSil
  2. abi o lama cok huzunlu bakiyor yahu, boyle bi acem lamasi sanki, nasi gozler oyle. var mi acaba huzunun bolivyacasi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. (Emrah) O lama 2 soles para isteyecek birazdan, o yüzden öyle bakıyo:) Perulunun eşşeği bile turistik

      Sil