16 Şubat 2013 Cumartesi

Montanita'dan Ekvator'a giriş

Machu Picchu’yu halletmenin verdiği rahatlıkla Cusco ve Mancora’da kalmayı biraz abarttık. Ama zaten geziyi 2 aşamalı olarak planlamıştık. Şubat’a kadar Machu Picchu’yu ziyaret etmek, o zamana kadar güzelce tüm doğal güzellikleri, şehirleri, tarihi alanları gezmek, kalan 1,5 ayı da sahillerde geçirmek. Bu yüzden Mancora’yı görünce 1 hafta kaldık. Nereden bilelim Montanita’nın bu kadar güzel olduğunu? Bilseydik biraz daha erken ayrılırdık, Mancora’daki hostelimiz şahaneydi gerçi, değmedi desem yalan olur.
Neyse, artık Peru’dan ayrılmanın vakti geldiğine karar verdik ve güvenilir olduğunu öğrendiğimiz CIFA şirketinden Guayaquil biletini aldık. Ekvator’un otobüsleri diğer ülkelere göre fena bu arada, hem konfor açısından hem de güvenlik açısından. Yolda otobüse satıcıların binip yolcuların eşyalarını çaldığını birkaç kez duyduk. 2 sene önce Güney Amerika gezisi yapan Yiğit ile Ünzile’nin çantası Ekvator’da otobüs seyahatindeyken çalınmış, çantaları ayaklarının dibindeyken hem de. Çantayı kucakta tutmalı, uyumamalı; çantayı ayaklara bağlamalı ya da ne var ne yoksa tüm çantaları bagaja vermeli sanırım. Biz bacaklara çantaları bağladık açıkçası, 2 tane satıcı bindi, bir şey de olmadı şansımıza.
Herkesin “çok riskli sınır geçişi” diye adlandırdığı Ekvator-Peru sınır geçişini tam saat 00.00’da yaptık, 2 kere otobüs arandı –bi tanesinde şoför polisi görmedi, adam otobüste çanta ararken sürmeye başladı, polis otobüsten kendini nasıl atacağını bilemedi :)- Guayaquil’e saat tam 06.00’da vardık. Guayaquil terminali, alışveriş merkezi kıvamındaydı bu arada, gayet lüks 3 katlı bina yapmışlar, bahsetmeden geçmeyeyim. Terminalde hiç oyalanmadan Montanita seferlerinin satıldığı şirketi bulmaya çalıştık. Fekaaatt… tüm Guayaquil Montanita’ya gitmeye çalışıyor, gördüğümüz manzara buydu ve biletleri sadece 1 şirket-1 görevli satıyor. Kuyruğun sonunu göremeyecek kadar çoktu kuyruk, şiirler yazdık adına :) Çok fenaydı da ne yapalım, mecburuz, girdik kuyruğa, yaklaşık 175 ve 176. kişi olarak. Araya kaynamak isteyenler mi olmadı, kavgalar mı çıkmadı, arada taksiciler gelip senin aklını başından mı almadı… Bi anda İspanyolca 3 kişiyle kavga ederken buldum kendimi, neyse sonunda bütün kuyruktaki herkes anlaşıp 2 kızı attık kuyruktan da sonuç itibariyle 2 saat kuyrukta bekleyip çıldırdık yani. Keşke birileri bizi önceden uyarsaydı da biletleri önceden alsaydık… Saat 06.00’da girdiğimiz kuyruktan saat 08.00’de çıkabildik. Neyse ki 09.15 otobüsüne yer bulup biletimizi alabildik, canımız çıktı ama başardık, taksicilere boyun eğmedik (Kişi başı 20 Dolar’a götürelim abim-ablam deyip durdular, otobüs biletleri de kişi başı yaklaşık 6 Dolar), arada kaynayanlara boyun eğmedik. Ekvator halkı ve biz, bu görevi başarıyla sona erdirdik :)
Bu arada Ekvator’da para birimi Dolar. 2000 yılında o zamanın Peru başkanı Jamil Mahuad çıkıp “Yeter bu kadar arkadaş, bu borçlardan falan bıktım ben, bundan sonra para birimimiz Dolar olacak” demiş, tüm Ekvator halkı ayaklanmış ama ne çare? Şu anki para birimi Dolar, biz de buna göre harcıyoruz tabikisi de :)
Sonuç itibariyle otobüse bindik, tam 3 saat sonra Montanita’ya vardık. İlk tuttuğumuz hostel biraz tepede olduğu için taksi ile gitmeye karar verdik. 2,5 Dolara hostelimize vardık. Hostel ve sahibi ilginçti. Sahibi Hollandalı bir ekolojist, hosteldeki tüm sistem –altyapı dahil- doğa ile uyumluydu. Örnek: Erkekler tuvaleti diye gösterdiği yerin kapısını açtı ve içeride hiçbir şey yoktu, sadece doğa vardı :) Bize 2 kişilik bungalov verdi ancak bungalov 2 kişilik değildi. Bungalovda 1 adet yılan, 8-9 adet çiyan, 2-3 adet gece kelebeği, Emrah ve ben kaldık, oda parasını bölüşmediler, uyuz olduk :) Bungalovun çatısını yapraktan yapmışlar, dolayısıyla aralarda da boşluk var. Bir sabah kalktık, havadan yılan düştüğünü gördük. Emrah havada ve yatağın kenarında yılanın ağzını açıkken görmüş. Şansımıza yatağın hemen köşesine düştü, oraya değil de kafama falan düşseydi sanırım şu an İstanbul’da bütün bu hikayeyi yüz yüze anlatıyor olurdum :) Bungalovun her köşesinde çiyan vardı zaten, sayamadık. Bir de çatıya yuvalarını yapmış olan koskocaman gece kelebekleri. Yılan da –sanıyoruz ki- bu yuvaları yemek için yola çıkmıştı, nereden bilsin insanların arasına düşeceğini :)
Arkamızda gürül gürül orman vardı, doğal tabi ki. Onların değil de bizim ne işimiz var orada diyebiliriz. Durum bu olunca, bi de merkeze uzak olunca 2 gün sonra başka bir hostele yerleşmeye karar verdik. Merkeze yakın bir hostelde kişi başı 8 Dolar’a 2 kişilik oda tuttuk. Bu sefer oda iyiydi ama burası da rutubet kokuyordu, araba gürültüsü de fenaydı. Son gün çantayı yatağın üstüne koyduğumda da bi gördüm ki kertenkele yavrusu ölmüş, küçücük. Neyse, 2 gün de burada kaldıktan sonra sahil kenarında şahane bir hostele yerleşmeye karar verdik. Şansımıza hostelin en güzel odasını kaptık, okyanus ile oda arası 15-20 m kadardı. 2 gün de dalga sesleri arasında huzurlu - harikulade odamızda geçirdik.
Her yer yeşillik...
Montanita’ya gelecek olursak… Hiç böyle bir şehir beklemiyorduk, çok şaşırttı bizi.
Sahili çok geniş, kumu incecik, suyun ısısı tam kıvamında, dalgalar Mancora’daki gibi haşin değil, yumuşak… Gün batımı tam olarak okyanusun arkasından. Kasıntı sörfçüler her yerdeler. Ha gittik ha gideceğiz diye sörf dersi almadık, 6 gün kalacağımızı bilseydik alırdık.
Emrah, omzu çıktıktan sonra da vücut sörfü yapmaya devam etti, hemi de tek kol ile. Bkz. aşağıdaki video...
Şehrin ortasından lağım kokulu dere geçiyor, hatta biz gittiğimizde sokaklara taşmıştı, üstüne basmamaya çalıştık. O derenin üzerinden geçerken de ne gördük bilin bakalım? 1,5 m’ye yakın iguana gördük, bir şeyler yiyordu. İlk gördüğümüzde çok heyecanlandık, sonra birkaç kez daha gördük, 5 sn bakıp gittik. Alışıyo insan biliyon nu :) Anlayacağınız görmediğimiz hayvan kalmadı
Montanita geceleri de bir o kadar şahane. Sıra sıra dizilmiş sokak barmenleri 2,5 Dolar’a gerçek meyveden yapılmış içki kokteylleri hazırlıyorlar. Nasıl yapıldığını çok dikkatli izledik, gelince Montanita geceleri düzenlemeyi düşünüyoruz :) Barlar, sokaklar, sahil gece cıvıl cıvıl.
Sokakları gezerken “Kapadokia, Mediterranean Grill” adlı bir restoran gördük. Her tarafta Türkiye’den getirilmiş süsler, lambalar… Lüks, pahalı bir restoran, ama çok para harcanmış her halinden belli. Hemen girdik içeri, köfte kebap ile adana kebap yapıştırdık, bir de yanına Türk salatası söyledik. Mis gibi geldi. Bizim adanaların yanında lafı bile olmayacak tattaydı ama olsun, adana ve köfte yedik mi yedik. Sahibini sorduk soruşturduk, buralarda değilmiş, konuşamadık.
Hafta sonu şehirde karnaval olacakmış, dolayısıyla şehir git gide kalabalıklaşmaya başladı. Bu nedenle güzel hostelimizde de yer yoktu. Zaten Kolombiya’da Karayip Sahilleri var daha, yürü kalk gidelim hadi diye gaza getirdik birbirimizi de öyle yola çıkabildik. Yoksa 1 saat Emrah kalalım dedi, ben gidelim dedim; 2 saat ben kalalım dedim Emrah gidelim dedi. Bir ara ikimiz de kalalım dedik, hostelde yer yoktu, iyi de oldu, ne diyelim. Karayip sahillerine vakit kalmayacakmış yoksa...

Bizi izlemeye devam ediniz, çok öptük. 

Aynı boku paylaşamayan iki bok böcee..
Sonra üçüncü bi bok böceği gelip, aldı götürdü boku..
Bu resimdeki tuhaflığı bulunuz...

2 yorum:

  1. buldum arkadaki burunun ustundeki tepenin sekli

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. doğru cevap kayiğin ucuna asılmış gibi duran havadaki adam olacaktı:)

      Sil