Güzel ve lüks uçuşlarımızdan sonra
Bogota'dan aktarmalı uçak ile Cartagena'ya vardık. Bogota'daki Kolombiya sınır
geçisi rahattı, güler yüzlü görevliler ile sınırı geçtik. Ekvator'daki ciddi ve
suratsız görevlilerden sonra mis gibi geldi :) İnsan büyüklüğünde -abartıyorum
tabi ki- narkotik köpekleri geçti, Kolombiya'ya hoş geldik :)
Quito'da polarla, hırkalarla gezdik,
dolayısıyla uçağa da bu şekilde bindik. Cartagena'ya (Kartahena) indiğimizde
duyularımıza inanamadık :) 14 dereceden 32 dereceye, ayrıca 2.800 m'den 0 m'ye
6 saatte varınca bir şaşırdık. Sıcaklara inelim diyorduk da bu kadar da sıcağa,
hem de polarla kot pantolonla hemen inilmezmiş, sıcaktan soğuyorsun :)
Hostelimiz yine tarihi merkezin ortasında
idi. Havaalanından taksi ile 5,5 Dolar'a hostelimize vardık. Kolombiya diğer
Güney Amerika ülkelerine göre her bakımdan daha pahalı. Konaklamaydı, yemekti,
otobüstü derken paraları saçarken buluyorsun kendini.
Uyuşturucu patronlarının en
meşhurlarından Pablo Escobar'ın ülkesi olan Kolombiya'da iner inmez kovalanmaya
başlıyorsun. Gerildik ve kaçtık desem yeridir. Taksicilerden lokantalara kadar
herkes bir şeyler satmaya çalışıyor. Yolumuzu çevirip durduk, kimse ile göz
göze gelmemeye çalıştık :)
İndiğimizin ertesi günü Kolombiya'nın en
meşhur plajlarından -Lonely Planet ısrarla öneriyor- Playa Blanca'ya gitme
kararı aldık. Sabah 9 ve 10'da botlar kalkıyormuş ve başka da bot yokmuş. Biz
bunu ilk günün sersemliği ile sormayı unuttuğumuz için sabah 11.00'de öğrendik,
artık botla gitmek hayal olmuştu. İkinci yol olan kara bağlantısını kullanmaya
karar verdik. Botla 40 dk.lık yolculuk karadan 2 saatte gerçekleşiyor ama yapacak
bir şey yok. Tüm eşyaları hostele bıraktık ve Playa Blanca'ya doğru yollanmaya
başladık. Bunun için ilk önce Cartagena şehrinin en ucundaki Pasa Caballos'a
gitmek gerekiyor. Hosteldeki görevli otobüsle de gidilebileceğini ama
otobüsleri yerel halkın kullandığı, bu nedenle tavsiye etmediğini, taksiye
binmemiz gerektiğini belirtti. Çok anlamadık, iyi dedik, kurcalamadık ve
taksiyi çevirdik. 30.000 Colombianos'a anlaştık ve türlü türlü fabrika alanı,
pazar yeri, pazar yerinin etrafında türlü türlü leylek gibi değil gibi kuşlar
ve pelikanlar geçtikten sonra Pasa Caballos'a vardık. Buradan mavna ile
kanalı geçmemiz gerekiyor. Hosteldeki görevli genelde bu mavnaların araba
taşıdığını ama boşsa insan da geçirdiğini belirtti. Biz de hemen bir mavnaya atladık,
yanımızda 5 turist ile. Buraya da kişi başı 2.000 Colombianos verdik. 5 dk.lık
kanal gezisinden sonra Baru Adası'na vardık. Bu yolculuğun 3. aşaması da
moto-taksilere binip Playa Blanca'ya varmak. Hosteldeki görevli moto-taksi
deyince Peru'dan beri gördüğümüz arkası 2-3 kişilik moto-taksilere bineceğiz
zannettik. İndiğimizde bildiğimiz motosikletçiler gelip bizimle anlaşmaya
çalıştılar. Moto-taksi dedikleri aslında motosiklet-taksinin kısaltmasıymış,
bilseydim etek giymezdim :) Neyse, bindik hemen, kişi başı 10.000 Colombianos'a
da bu kişilerle anlaştık ve yaklaşık yarım saatlik motosiklet yolculuğundan
sonra Playa Blanca'ya vardık. Bu arada asfalt yolda, arabalarla birlikte
gittik. Motosiklet ile niye gitmemiz gerektiğini de anlamış değilim.
Lonely Planet'te bir fotoğraf var ki, palmiye
ağaçları, bi tane küçük kulübe, bomboş bir sahil fotoğrafı. Biz de böyle bir
yer bekliyoruz tabi ki. İndiğimizde bir baktık ki sıra sıra restorantlar, sıra
sıra şemsiye görevi gören çok çirkin görünümlü üstü brandalı güneş koruyucu
şeysi, tıklım tıklım insan, sürü ile bot-tekne. Daha da tekne ile gelen
gelene... Sahil diye bir şey kalmamış açıkçası, tüm sahile restoran, kulübe
dikmişler. Gelen tekneler de senin yüzdüğün alanın dibine giriyor. Jet-ski
satmak için uğraşan kişiler müşteri kapmak için sürekli sen yüzerken yanından
geçip duruyor, kendini gösteriyor. Okyanusun rengi şahane, sıcaklığı şahane,
kumun rengi ve incecik olması şahane ama gerisi yalanmış. Playa Blanca’yı 2-3
sene ile kaçırdık sanırım.
Bir gece burada kalmaya kararlıydık. Daha
önce hiç hamakta kalmadık, bunu tecrübe edelim deyip hamak kiralayan yerleri
bulmaya başladık. Plajın girişinde yaşlı bir adam bizi karşıladı ve plajı
gezdirmeyi kendine görev bildi, hızla bizi plajın sonuna kadar götürdü, biz de
kalacak alanları tam görememişiz. Adamdan ayrılıp hamak soruşturduğumuzda da
bir adam ben hamak kiralıyorum dedi ve masaların bulunduğu kulübelerin birine 2
hamak bağlamaya başladı. Kişi başı 10.000 Colombianos verdik.
Saat 17.00’den
sonra tekne ile gelenler yavaş yavaş gitmeye başladı. Sahil sonunda sakinleşti,
satıcılar, jet-skiler, turistlerin 20’de 1’i kaldı, rahatladık. Güneş okyanus
üzerinden çok güzel battı.
Sahilin sakin hali
Solumuzda çadırlar (maksimum 6-7 taneydi) sağımızda
da hostelin bulunduğu ve yemeklerin yapıldığı, sahilin merkezi diyebileceğimiz
alan. Bizim hamakların bulunduğu alanda ise kimse yoktu. Biraz yalnızdık ama
rahattık sanırım. Biz yine biraz şaşkın olduğumuz için yanımıza yiyecek-içecek
almadık, keşke alsaymışız. Her şey o kadar pahalı ki… Vasat bir hamburger
15.000 Colombianos, su 3.000 Colombianos… Gece oldu, hamaklara yattık,
yarasalarla oda arkadaşı olmuşuz :) Tepemizde uçup durdular. Bir de rüzgar
esiyordu ki sormayın, çok sıcak olduğu için buna da hazırlıksız yakalandık.
Gece de yanımızda kimse kalmadığı için biraz gerildik ama 2 saatte 1 polis ya
da güvenlik –karanlıktan kim olduğunu görmedik- sürekli devriye attı. Güvende
hissettik diyebilirim.
Velhasıl kelam, Playa Blanca’da 1 gün
geçirmiş olduk. Sabah 09.00’da teknelerin gelmesi ile birlikte yine her yer
kalabalıklaşmaya başladı. Biz de 14.30’da tekne ile gitmeye karar verdik. O
zamana kadar da sahilde uzandık. Tekneye bindik, tekne birden bir hızlandı…
Çift motorlu tekne ile dalgaları aşa aşa gidiyoruz, bi ara resmi anlamda uçtuk,
inişini siz düşünün artık :) Sinirden ve korkudan herkes kahkahalarla gülmeye
başladı. Lunapark gibiydi. Ancak 40 dk.da Cartagena’ya vardık, kişi başı da
15.000 Colombianos verdik.
Bu arada videoyu dalgasız alanda çekebildik tabi ki...
Cartagena’ya indik, aynı hostele yerleştik ve ertesi gün için Santa
Marta biletini hostelden ayarladık. Cartagena-Santa Marta arası 4 saat ve tam
olarak kişi başı 42.000 Colombianos verdik. Burası diğer ülkelere göre
gerçekten pahalı.
Bunun dışında Cartagena’yı gezmeye fırsat bulamamıştık. Ertesi gün tüm
tarihi alanı da güzelce gezdik. Sokakları, binaları, meydanları şahaneydi.
Artık
Santa Marta’ya gitmenin vakti gelmişti ve 14 kişilik küçük minibüs ile
yolculuğa başladık. Hostel iyiydi, dolayısıyla iyi şirketle çalışacaklarını
düşündük ve biletleri hostelden aldık. Ancak fena bir 4 saatlik yolculuk
geçirdik. Şoför yine manyak çıktı, araba kalkar kalkmaz zaten küçük bir kaza yaşadık, hemen bir arabayla çarpıştık. 1 saat polisin raporunu ve şoförlerin anlaşmalarını bekledik, gergin yola çıktık. Yolun devamında da bizim şoför karşıdan araba geldiğini göre göre solluyor,
şu bu. Uzatmayacağım, olur da MarSol şirketi ile yolculuğa çıkacak olursanız
şoföre bakın, bir gözü şehla ise o arabaya binmeyin, zaten 2 saatte 1 minibüs
var, diğer arabayı bekleyin, bizden söylemesi…
Bayıldım fotoğraflara, özellikle de kapak fotosuna :) öyle güzel yazmışsınız ki hemen gidesim geldi Kolombiya'ya ama buraları da çok güzel. Otobüslere aman diyim dikkat edin, yeni otobüsler seçin çok kaza oluyor araba kullanmayı bilmiyorlar.
YanıtlaSilGüle güle gezin, bol bol yazın
Sevgiler, Paşa.